Dizimizin Dibinde Boğuluyor Müzik

kapiciler-kraliYaklaşık on yıldır kullandığım hoparlörlerimi değiştirmek için 11 aydır uğraş veriyorum fakat bir türlü hedefime ulaşamıyorum. Her birimizin tuhaf konularda acayiplikleri vardır ya; benimki de, konu müzik olunca istediğim sese, cebimdeki para oranında ulaşabilmek işte. Ulaşabildiğim her türlü sistemini, alamayacaklarım da dâhil olmak üzere, denemeye çalışıyorum. Yirmi bin İngiliz sterlinlikten bin lira olanına kadar elimde CD, plak ve sıkıştırılmış formatlardaki türlü türlü müziklerle, o dükkân senin bu mağaza benim geziyorum. Yakınımdaki insanlar bile isyan etti. Ama umudumu kaybetmedim hala, bulacağım O’nu.

Konu müzik olunca benim kanadımda işler biraz çetrefilli oluyor kabul ediyorum. Mesela bu süreçte beni kızdıranların en başında, müziklerimi paylaşmamı isteyip, onları dizüstü hoparlörlerinden dinleyen insanlar geliyor. Sorabilirsiniz bana: “Herkes aynı şekilde müzik dinlemek zorunda mı?” diye. Ben de buna tüm anlayışlı halimle “Tabi ki hayır” diyebilirim. Ama içten içe de şunu derim: “Yahu onca müzisyen stüdyolarda, insanlar dizüstü çöplük hoparlörlerinde müziklerini çalsın diye mi didiniyor!”. Bir de böyle yapıp müziği beğenmeyenler var. Titizlikle hazırlanmış gitar tınısını duyma, gök gürültüsü gibi vuran davulu hissetme, duyumsama vokali ondan sonra da bozuk at “olmamış ya la bu!” diye. O zaman Nuri Bilge Ceylan filmleri söz konusu olunca bana sinema perdesini savunmasın bu güzel insanlar! İzleyelim TV’lerde, monitörlerde oturalım üzerine atalım tutalım: “Adam sanki fotoğraf çekmiş canım vay be”. Şimdi bu tip insanlarda ortak birkaç özellik göze çarpıyor. Mesela;

–          Çiğ köfteye limon sıkılmaz,

–          Balık limonla yenmez,

–          Rakı balıksız içilmez,

–          Tanımasak bile eğer apartman görevlisi ise sen, büyük adamsa siz diye hitap edilir,

–          Taksiden yaşlı insanlar zorlukla inerken taksi kenara çekmedi diye kızılır korna çalınır,

–          Futbol kalabalık izlenir,

–          Söylenmemiş şeyler sarhoşken kusulur…
Örnekleri artırabilirim ama bu kadarı bile yazarken kızdırıyor beni. Dizüstünde müzik dinlemekten bu kadar uzun boylu yorumları yapmaya nasıl cüret ediyorum diye soran olur mu bilemem. Çiğ köfteyi istediğim gibi yerim, geleneksel lezzet olarak bunun tersine diyen varsa otantik hazırlanışında ceylan eti olduğunu söyleyebilirim; balık taze ve iyiyse limon sıkmama argümanına ben de rakıyla balık olmaz o tamamen sonradan çıkan bir adet diyebilirim. Aydın Boysan ustaya sorun bakalım rakı ile yemek olur muymuş! Buz da atılmaz[1]. Apartman görevlisini tanımıyorsanız sen diye hitap etme iznini almadıysanız diyemezsiniz. “Büyük insan” diye gördüklerinize de sen demelisiniz o vakit. Yapamıyorsanız, o zaman güç ve hiyerarşi ile kurduğunuz ilişkileri tekrar gözden geçirmelisiniz. Eğer ölmek üzere olan bir hastayı taşımıyorsanız ses şiddeti 110 desibel olan kornayı yaşlı insanları korkutmak ya da bebekleri uyandırmak için çalamazsınız. Futbolu kalabalık izlemekte ısrarcıysanız cipslerinizin ve biralarınızın servis sorununu evdeki kadın “kalabalığı” ile değil futbolun icabı takım oyunuyla çözersiniz. Duygularınızı da içinize atmayı beceriyorsanız demek ki içmeyi beceremiyorsunuzdur.

Kısaca müzik hak ettiği ortamı bulmadan duyumsanmaz ancak işitilir. İşiten eğer bazı konuları göremiyorsa demek ki hala duyularda sorun vardır.

Hayat artık küçük şeylerden ilerlemeye başladı; büyük olanlar yeteri kadar ürkütücü, tuhaf ve içinden çıkılmaz hal aldı. Belki de artık evlere birer iyi hoparlör alma zamanı gelmiştir…

 

[1] http://www.youtube.com/watch?v=eu0oAGM4IpE

Yorum bırakın