Anadolu Pop’tan Anadolu Rock’a Kısa Bir Söyleşi

rtBen bu etkinliğin sohbet olarak ilerlemesini isterim. Çünkü konumuz müzik. Evde otururken bir şarap açıp da konuştuğumuz kadar doğal olmasını temenni ederim. Bu sohbetlerde birileri şenliğine şenlik katarken,  diğerleri dertlenebilir ya da politik bir coşkulanma deneyimi ortaya çıkabilir. Bugün Cem Karaca’nın doğumgünü. Hem kendisinden hem de birçok konudan bahsedebiliriz. Ne konuşacağımıza sizlerin katkılarıyla karar verebiliriz. Ama yine de başlıktan biraz bahsetmek isterim.

Neden böyle bir başlık seçtim. Birincisi akademik çalışma alanım bu. Ama akademik olarak niye çalışmaya başladım bu konuda? Çünkü “yeraltı”, “kalburaltı” el atılmayan konulardır ve çok önemlidirler. Yer üstü dediğiniz zaman biraz daha popüler kültüre hizmet eden, bandrollerine olduğu bir alandan bahsederiz. Kalburüstü dediğiniz zaman daha seçkin bir şeye işaret ederiz. Kalburaltı ama, Türkiye’de özellikle rock müziği bakımından öncelikli bir şey olmadı. Rock’ı aldık, liderde değildik, bir şeyler kattık ama yer altı da olamadık çünkü bir orta sınıf ya da diplomat çocuğu, yani lokomotifler hep belli bir sınıfın üyeleri oldu Türkiye’de. Cem Karaca dedik mesela  biraz önce tırnak içinde seçkin bir aileden geliyor, Barış Manço eğitimli bir ailenin çocuğu, ekonomik belli bir sınıfa aitler. Bu anlamda Türkiye’de buna yön veren, yol gösteren ya da lider olanlar yer altında ve de kalburüstünde olmama halleri var. Niye tırnak içinde dedim? Çünkü genele baktığınızda yine kalburüstü demek gerekir. Kolejlerden mezun olunmuş, Fransa’da Belçika’da bilmem neler yapılmış. Ama onlar bunu o şekilde kullanmadılar. Türkiye’de Anadolu Pop önemli bir türdür.

Biraz sonra daha geriye götürüp, 1950’lerden alacağım ama Cem Karaca dediğimiz için burada bira duralım. 1965’te Altın Mikrofon yarışmasıyla başlayan süreç Türkiye’de gerçekten ciddi bir şekilde Müzik tarihinde bir yer kazandı. Moğolların baş gitaristinin adlandırdığı Anadolu Pop. Bunu da çok güzel anlatır. Niye Pop, niye Rock niye Anadolu? Anadolu çünkü bu tür burada vücut buldu. Ama bütün bir coğrafi Anadolu olarak tanımlar. Çeşitliği üzerinden. Rock deseydim haksızlık olacaktı. Çünkü rock diyince gitar ve tınısı akla geliyor. O yüzden çoğunluk dinlediği için de pop. Çünkü bu Altın Mikrofon yarışmasından sonra bir sürü grup birinci, ikinci, üçüncü gelenler, Anadolu’da bir sürü yerde konserlere başladılar. Dolayısıyla 1967’de Anadolu Pop oluyor bu. 90’lara gelindiğinde Anadolu Rock’a dönüşüyor tür. Bu başka bir mevzuu. Cumhur Canbazoğlu Anadolu Pop-Rock demeyi tercih ediyor ama Kekilli falan şu anda değil ama sonra gelelim onlara.

Blues’la, Cazla, Swingle başlayan süreç 1950’lerde yavaş yavaş Türkiye’de bu dinlenmeye başlıyor. Batı, müzik dünyasında ahlaki paniğini yaşarken Türkiye’de denizciler yapmaya başlıyor bunu. The Beatles’ın, George Harrison’ın denizcileri beklerken limanda Hindistan’dan gelen bir plağa, bir müziğe ulaşmaları gibi ellilerde o sırada askeriyede öğrenci olan Durul Gence ve arkadaşları bir şekilde yurt dışındaki bağlantılarla bu süreci başlatıyor ve rock’n’roll giriş yapıyor Türkiye’ye. Niye denizciler, niye askeriyenin mevzusu? Bu belki kritik. Bazı öncüler bir şekilde yurtdışıyla bağlantıları olması nedeniyle ortaya çıkıyor. Blues nasıl ki bir köle müziği olarak ifadelendirildi, tarlada çalışanın mücadele biçimini yansıtan bir öğe olarak kendiliğinden doğdu, cazın kendisi barlarda, klüplerde, yeri geldiğinde uyuşturucu ile esrikleşmiş başka bir şeyin kendisi ise; “otantik”, bağımsız ve “kendiğinden” bir şeyse, Türkiye’de müzikal oluşumlar daha ziyade bir öncüye ihtiyaç duyuyor; bu bir dışarıya erişimi olan bir asker olabiliyor ya da bir toplumsal sınıf.

1965’e, Anadolu Pop’a geldiğimiz zaman Hürriyet’te yarışma düzenlendiğinde jüride Ruhi Su’dan, Mehmet Ali Birand’a kadar birçok farklı insan olduğunu görüyorsunuz. Buna Türkiye İşçi Partisi’nin desteğini de görüyorsunuz. Anadolu’nun kendisiyle, Batı’nın Doğu ile bir araya gelmesi 1980’lerden başından sonuna kadar melezlenme şeklinde adlandırılan mevzu, 1965’te zaten mevzu bahis oluyor.  Erdem Buri, Tülay German ile beraber. Coğrafyanın kendi içindeki bir barışma sahnesine tanıklık ediyoruz. Bir barış seremonisi. Batı enstrümanlarıyla harmanlanmış güzel bir Anadolu müziği. Tabii ilk başta halk türkülerinin batılı enstrümanlarla çalınışı. Bu büyük bir etki yaratıyor. Çünkü birincilerin, plak kazanmaları, bütün coğrafyada konser vermeleri ile halka bütünleşme sahneleri, çok önemli ama o kadar politik bir şey. Anadolu Pop dediğimizde ve bazı isimler saydığımızda aklımıza gelen pek de müzik olmuyor aslında. Sol bir şey çağrışıyor. Zaten ifade ediliş şekli de bu. 70’lerin sonlarına gelene kadar yazarların kendileri de, müzik tarihçileri, biraz daha direniş üzerinden okuyor bu türü. Müziğin kendisi kendisini bir yerlere kadar götürebiliyor. Ama müzik de Rock müziğinin de 10 yılda bir yaklaşık olarak kendisini yenilediğini görüyorsunuz. 50’lerde Rock and Roll’u görüyorsunuz ama 60’lara geldiğinizde başka bir süreç başlıyor. Şimdi burada kritik bir mevzu var: Biz Anadolu Pop diyoruz. Ama batılı buna psyhedelic rock diyor. Türkiye’de. Bu yıllar önce bir konferansta, İngiltere’de bir profesör bir sunum yapıyor. Orhan Gencebay’dan Erkin Koray’a kadar bir sürü müzisyenden bahsediyor. 65’ten 70’e kadar olan dönemi Türkiye psyhedelic olarak yorumluyor. O döneme biz Anadolu Pop diyoruz. Kendisi de diyor ki biz bunu dinlediğimizde kulağımıza psyhedelic rock geliyor. 60’larda çıkan bir müzik türü. Bu türde narkotik unsurlar var. Döneminde politik ve yaklaşım olarak farklı bir müzik türü. Çok anlamlı bir okuma, aynı zamanda aslında şu şekilde coğrafyanın kendisi anlatıyor. Çünkü Cem Karaca ve Barış Manço da sırtını sadece tek tip bir yaklaşıma dayayarak beslenen insanlar değiller. Dışarıyla sürekli bağlantıları var. Farklı müzikler dinliyorlar, değişik müzikal yaklaşımlardan etkileniyorlar. Bir coğrafyanın belki de müzik tarihindeki en önemli türü oluşuyor. Anadolu pop ile Türkiye’de psyhedelic rock ile fark hemen ortadan kalkıyor. İsimler sadece değişik. Birisi bana Türkiye’de psyhedelic rock dinledin mi diye sorarsan “Yok ya, o ne ki?” dersin. Ama Erkin Koray, Cem Karaca dersen, “Onun neresi psyhedelic? Bizim türküleri işte şey yapıyorlar” der, geçer.  Batılının kafasıyla değerlendirirsen üçüncü bir tür ortaya çıkıyor. Ama psyhedelic. Coğrafyanın kendisi. İçinde narkotik olsa da. Orada da politik bir duruş var. Savaş karşıtlığı, ciddi anlamda cinsel özgürleşme, bir şekilde Türkiye’deki yansımaları da uzak kalmıyor. Apolitik bir şey değil yani tekrar vurgulamak gerekirse. Dolayısıyla 10-15 senelik süre zarfında Türkiye müzik tarihinde çok kritik bir yere güm diye düşen bir müzikten bahsediyoruz. Şimdi bence Cumhur Canbazoğlu tercihini bence doğru yapıyor çünkü,  evet yani Mavi Kelebekler, Silüetler, Hardal vb. bunları dinlediğinizde rockın kendisi, gitar soundlu bir şey mi, bazısı değil. Dolayısıyla hepsine pop demek de haksızlık olduğunu düşünüyor ve pop/rock olmasını tercih ettiğini söylüyor. Bence de daha anlamlı. Ama Taner ağabeyin söylediği de anlamlı. Çünkü o dönemde rock kelimesi çok da anlamlı değil. Bu çok iyi bir tercih bence. Dolayısıyla o dönem ciddi bir şekilde, siz de izliyorsunuz 80’lerin 90’ların başlarına geldiğimizde TV’nin yaygınlaşması ve saire, mesela Hababam Sınıfı’nın yayınlanmasıyla  o nostaljinin dirilişini insanlar seviyorlar. Sadece o da değil. Bir sürü şeyin yeniden dirilişine tanıklık ediyoruz. Bir politikanın sonucu bu. Çünkü sonra bakıyorsunuz ki Ankara, İstanbul ya da başka bir şehirde barlarda 45’likler, bir eğlence kültürü olarak devam ediyor. Zaten hepsi politik değil, öyle bir şey değil. Ama ana eksen biraz daha farklı gidiyor. Nostalji hala da nostalji. Şimdi 90’larda punkın kendisi yeniden uyanıyor Nirvana ile. Ona da sonra tekrar geleceğim.

Kısaca 65’lerden 70’lerine ortalarına kadar çok önemli bir zaman geçiyor Türkiye’de. Anadolu Pop, psyhedelic. İki tane toplam albüm çıkardı bununla igili Batı. Çünkü Batı, 90’ların sonlarına gelince bunları keşfediyor. Çünkü psyhedelic meselesi tekrar gündeme geldiğinde coğrafya coğrafya seçilmeye başlanıyor. İran’dan Suriye, Lübnan’dan Türkiye’ye birçok müziyenin çalışmaları ciddi değer taşıyor. Bu türlerin çok ciddi meraklıları var. Geçenlerde İngiltere’de bir DJ, Türkiye’den en sevdiği yirmi parçayla bir play list hazırladı. Norveç’te de başka bir DJ benzer bir liste hazırladı.  Önemli bir müzik sosyoloğu şöyle demiştir: “Dünyada hiçbir şey biz ezgiden daha hızlı yayılamaz” Bunun da en iyi örneğini yakın zamanda Gangnam Style ile gördük. Sevelim ya da sevmeyelim ama şarkının Güney Korede’de bir mahallenin olduğunu bu şekilde öğrendik.

Yetmişlerin ortalarına geldiğimizde değişim başlıyor. Çok güzel bir yere geliyor aslında. Batı’da karmaşa başlıyor. Şimdi 60’ların sonları 70’lerin başları Batı’da progressive rock başladığı zaman, işte 10 dakikalık, 15 dakikalık çok teknik bir alt yapı isteyen ciddi bir müzaikalite isteyen,müzisyenin enstrümana hakim olmasını gerektiren bir müzik türü. Ama şöyl bir mevzu var. Gerçekten iyi enstrümanlara ve ciddi bir altyapıya ihtiyaç duyuyorsunuz. Ya birazcık paran olacak, tuzun kuru olacak, kalbur üstü biraz. İlk türü beatlles’ın bir albümü de olsa işin kendisi yavaş yavaş çığrından çıkıyor. Türkiye’de yine yansımları ar. Barış Manço deniyor örneğin. Daha sonra bazı gruplar üretmeye başlıyor oldukça da başarılı örneklerini duyuyoruz. Progressive rock’ın etkileri bazı müzisyenlerde ciddi bir şekilde hissedilir. Ama Batı’da eleştiren de çok oluyor, örneğın Punklar.. Çünkü genelde tuzu kuru adamlar, biraz seçkin geliyor. Uzun sololar atıyor, sözler görece karmaşık kısaca bir sürü işi var. İşi politkleştiren de İsveçliler oluyor. Sosyalist ve sosyal demokrat bakışla müzikler üretiliyor. O yüzden İsveç progressiv rockı bir yerde sosyalist bir müzik olarak durur. Tabii ki punk doğuyor. İngiltere’de ekonomik bunalım var. Çok ciddi sorunlar ve dönüşüm var. Gençler sıkıntılı ve oldukça öfkeliler. Punk dünyayı 77-78’e kadar tarumar ediyor Türkiye’de punk tarihi sıkıntılı bir tarihtir. Bizde şöyle bir yansıma oluyor. 79’lara gelince, 80’leri de, ilk defa punk adı altında bir plak çıkartıyor Tünay Akdeniz. “Salak” diye bir şarkı yapıyor. 45’lik bir plağı var. Üzerine de punk rock diye bir şey basıyor. Bir taraftan tamam, bir öfkeyle yapılmış bir şey diyorsunuz ama Akdeniz, röportajlarında bir öfke değil de bir ağabeyinden etkilendiğini, plaklar getirttiğini, İstanbul’da kendi üzerine sakatatlar takıp üzerine bir fotoğraf çektirdiğini anlatıyor. Niye yaptınız sorusuna “Ne bileyim, biraz öfke, şiddet falan” diyor. Öte yandan Akdeniz Sex Pistols’u Türkiye’ye getiren ve tanıtan adam.  Hatta müzik dükkanı açıyor, plaklar satıyor, orada bu işi ciddiye alıyor. Ama Türkiye’de punk başka bir şey.

80’lere gelince.  Türkiye rock sahnesi boş kalmamıştır. Türkiye’nin ilk hard’n’ heavy grubu olan DEVIL’in kökleri yetmişlerin ortalarına gitmektedir. Fakat grup resmi kuruluş yılı olarak 1980’i kabul ediyor. 1980–1998 arası rock ve metal gruplarının belirgin bir biçimde yükselişine şahit oluyoruz. Özellikle seksenler Türkiye rock sahnesinin yeniden dirilmeye çalışması ve patlama dönemi. Darbenin hemen ardından, 1981 yılında, Türkiye’nin belki de ilk Türkçe sözlü metal grubu Whisky kuruluyor. Ardından Ra, Kramp, Bulutsuzluk Özlemi, Dr. Skull, Akbaba, Kronik gibi birçok isim, müzik sahnesine çıkar. Bazı gruplar (Bulutsuzluk Özlemi, Whisky gibi) şarkı sözleriyle rock müziğini politik olarak da kullanmışlardır. DEVIL hala da konser veriyor, fakat bazı konserlerde isimlerini değiştirerek Elmas Şato’yu kullanabiliyorlar. Türkiye’de ilk heavy metal albümü Whisky “Babaanne” 1986’da piyasaya çıkıyor. Düşünün 76’da tohumu atılıyor, 86’da çıkıyor. Zen’in tohumları evde atılıyor, 80’lerin ortalarında başka bir şeye evriliyor. O dönem için şu ilginç. Anadolu Pop dediğimiz, psyhedelic  diye tabir edilen türün kendisi Murat Erten, Baba Zula, 2000’lerde başka bir yere evriliyor. Müziğin türü sound olarak çok değişiyor. Ama şuna dikkat ediliyor. Özellikle 2000’lere kadar sevdiğimiz etki, coğrafyadan kopmuyor. Yani kullandıkları motiflerin kendisi ciddi bir şekilde yine Anadolu’dan ama doğaçlama meselesine hala sahip çıkmaya çalışıyorlar, Zen özellikle bunu yapmaya çalışıyor, daha yerel bir şeyde ısrarcı olmaya çalışıyor. Fakat tohumların atılması çok kritik. Ondan sonra sürecin kendisi şöyle gelişiyor. Anadolu Pop, psyhedelic denen mevzu politik günlerine tekrar dönüyor. Yine kalburüstü değil, kalburaltı ama iyi eğitimli kişiler tarafından yapılıyor. Replikas, Nekropsi gibi gruplarım çoğu üyesi ciddi müzik eğitimi almış insanlar.

80’lerin ortalarına geldiğimizde Türkiye rock tarihinde başka bir kapı açılıyor kısaca. Zen işin içine giriyor ve heavy metalin yükselişi başlıyor. İlginç bir durum vardır. Norveç black metal’i çok meşhurdur. Türkiye’deki ilk black metal grubu 1986’da kuruluyor. Yani albümü çıkarması 12 yıl sürüyor ama 86’da başlıyor.   Konserler veriliyor. Heavy metal’den  psyhedelic rock’a  hepsi bir arada büyüyor. Sonra heavy metal küçülüyor. Baba Zula’larla başlayan süreç başka bir yere evriliyor. O 10 yıllık süreç şöyle önemli. Zen’le beraber başlıyor, 96’da Zen Baba Zula oluyor, Tabutta Röveşata filmiyle. Bu sürecin kendisi şöyle kritik. Replikas da 2000’de işe girdiği zaman, Nekropsi keza, gerçi Nekropsi birazcık daha uzak bir örnek. Bu işe girdiklerinde Cem Karaca’lar, Barış Manço’lar, Edip Akbayram’lar, Erkin Koray’lar üzerinden bunu yapma arzuları var. Bu iş yapılacaksa yerellik üzerinden yapılmalı. Şöyle önemli bu: tabii yerellik de çok tartışılıyor. Kimse Ankara’lı bir heavy metal grubu dinlemek istemiyor. Norveç’te alasını yapıyorsun. İçine zurna kattığında insanlar bunu dinliyor. Küreselleşmenin etkisi ciddi bir şekilde hissedilmeye başlıyor. İnsanlar her kültürün birbirine benzeyeceğini herşeyin aynışacağından korkuyor ama bir bakıyorlar ki her şey aynılaşmıyor.

Yerli müziklerle ortak özellikler taşıyan, bu coğrafyanın baharatlarını kullanan rock tınısı, keşfedilmesi gereken başka alanlara da kapı açmaya başlıyor. Gelişmelernedeniyle birçok farklı kültür ve kimlikler hızla ülkeye girmeye başladı. TRT’nin medya üzerindeki tekeli 1989’da bitmiş; plaklar kasete, kasetler CD’ye yol vermeye, müzik dergileri, fanzinler farklı sahnelerin haberlerini müzikseverlere ulaştırmaya başlıyor. O dönemde, kökleri 1978’e uzanan fakat olgunlaşması ve bu yönde ürün vermesi seksenlerin sonlarını bulan, Murat Ertel ve Merih Öztaylan tarafından hayata geçirilen ZEN, rock sahnesinde farklı bir ses vermeye başlıyor.

Kısaca yerellik yukarı tırmanıyor. O yüzden gam gam style’dan tutun da Güney Kore’deki Baby metal adlı acayip türler çıkmaya başlıyor. İsrailli  Orphaned Land’den İbranice heavy metal dinlemeye başlıyorsunuz, Finlandiya’dan Polka müziği tadında Fince bir grup dinliyorsunuz. Suriye’den başka bir grup. Bakıyorsunuz ki bu iş böyle değil. Herkes farkını koymaya çabalıyor. Türkiye’de böyle yapıyor. Baba Zula, Replikas, Dinar Bandosu, Siddartha yapmaya başlıyor. Türkiye’nin tam öyle 70’lerde biten o Anadolu Pop meselesi bu şekilde yeni bir şekle bürünüyor. Ama dediğim gibi politik yönünü unutmuyorlar. Bir kısmında söz yok, ama politik hadiseyi çok etkin bir şekilde yapıyorlar. Sonra anlaşılıyor ki bu iş ciddi. İstanbul’da Peyote kuruluyor, bir bar olarak. Bambaşka alternatif bir rock sahnesi inşa ediliyor. Daha sonra bir yapım şirketi olarak albümler üretmeye başlıyor. Eskişehir’de de açılıyor.

Heavy metal ne oluyor? Türkiye’nin kalbur altıları? Pentagram işin içine giriyor. Pentagram kendince birkaç deneme yapıyor. 1992’de Trail Blazer’da mehter marşını metal olarak yorumluyor. Daha harman işlerini Anatolia albümü ile sunuyor 1997’de. Çünkü coğrafyadan bir parça koymazsan Batı seninle ilgilenmiyor. Dönemlin kendisi o çünkü. “Seni niye dinleyelim?” diyor. “Senin ne farkın var?” Ben Metalica dinlemek yerine niye seni dinleyeyim? Yerelleşme  Türkiye sahnesinde böyle hissediliyor. Çoğu grup bunu başaramıyor. Basit kalıyorlar. Bağlamayı zırt diye koymakla, zurna çalmakla olmuyor bu iş sadece. Ha, oldu işte yerel bir müzik yaptın denemiyor. Kaliteli yapmak lazım. O 2000’lerin başları böyle farklı bir şekilde değerlendiriliyor. 90’lar şöyle enteresan Nirvana’nın kendisi hafif bir titretiyor Müzikal etkisi sert oluyor özellikle Batı’da daha sert.

Haluk Levent çıkıyor 90’ların ortalarında çıkıyor. Türküleri ya da önemli isimlerin şarkılarını yorumlamanın yanında kendine has bir gitar müziği yaratıyor. Anadolu Rock bu tür için kullanılıyor ve hızla yayılmaa başlıyor. En önemli özelliği çok “erkek” bir müzik olması. Biraz “maço” tavrı olan bir müzik. O yüzden mizah unsuru yapıyor Cem Yılmaz. Benim için rock olarak tanımlanması zor. Her elektro gitar kullanılan müziği rock demek gibi bir kötü alıkanlık var. Gitar soundu ile rockı bir ayıralım diyorlar. Arkadaşlar, bu doğruysa ben Led Zeppelin’e ne diyeceği o zaman?

Katılımcı: Modern Folk üçlüsünün nerede olduğunu anlamadım ben.

Tunca Arıcan: Aynı yerde olduklarını düşünebiliriz. Anadolu pop. Altın Mikrofon Yarışması’nın çok sert kuralları var. Nurettin Selçuk da jüride. O düzeyde. Ruhi Su var. Batı enstrümanlarıyla düzenleme yapacaksınız, türküleri tercih ediyor insanlar.

Katılımcı: Hani yargılandılar ya. Etnik müzikleri dile getirdiler diye.

Tunca Arıcan: Hiç başları belaya girmedi diye biliyorum ben. Aksine. 3 yarışmaya katıldılar. Üçünde de büyük başarı elde ettiler. Batı enstrümanlarıyla yerelliği başarılı bir şekilde bir araya getirdiler. Türkü çok kritik bir yerde

Katılımcı: O unutulmuş Ermeni, Çerkez türkülerini ortaya çıkardıklarında bir dur aldılar.

Tunca Arıcan: Hatırlamıyorum ben bunu.

Katılımcı: Safiye ayla vardı.

Katılımcı: Nasıl başladı peki?

Tunca Arıcan: Hürriyet’in bir girişimi.  Geçen kaybettik İlhan Telli’yi.

Katılımcı: Batman’dan biraz bahseder misin yeri gelmişken?

Tunca Arıcan: Petrol çıkmaya başlayınca orada aslında orada kampus gibi bir şey var. Bir de aşağıda bir kent var. Diyor ki bayapı aslında yalıtımış bir yer. Çylr düzenleniyor, dans ve valsler ediliyor. Batı kültürü içerisinde. Orada bir müzik var. Biz de katılalım diyorşar ve katılıyorlar. Hanifem idi galiba türkünün adı. Oradan birincilik aldılar. Sonra geçen sene öyle bir konser düzenledi. Maalesef geçen ay erken yaşta gitti.

Katılımcı: Bir de Arabesk Rap diye bir şey çıktı. Benim oğlum bir ara ilgilendi bu türle.

Tunca Arıcan: inliyor mu?

Katılımcı: Hayır, yapıyordu.

Katılımcı: Ay, gerçekten mi? Tunca bunun doktorasını yapıyor yani. Bu soru…

Katılımcı: Niye? Kendisine mikrofonlar aldı, sistemler kurdu. Sözler falan hiç de fena değildi. Gayet etkileyici: Neden bu şekilde bakıyorsunuz? Odayı yalıtalım, komşuları rahatsız etmeye başlıyoruz derken, vazgeçti, başka bir alan girdi.

Kaatılımcı: Tedavisi var mı?

Katılımcı: Niye tedavi olsun ki! Niye bu kadar kötü bakıyorsunuz olaya. Sanki gençliğinizde deli deli şeyler yapmadınız.

Katılıımcı: Biz  gençliğimizde dinliyorduk, sonra yazılamaya çıkıyorduk.

Kaatılımcı: ha! Sizin gençliğiniz farklıydı. Bugünkü gençlik daha farklı işte.

Tunca Arıcan: Merka etme. Ben oğluna saldırtmam. Hepsi bizim çocuklarımız.

O rap mevzusu biraz kritik. Rap çok kritik bir şey zaten. 1995’te Türkiye’de yaygınlaşıyor. Alamancılar falan derken. Asıl kökleri 80’lerin ortalarına dayanıyor. Politik bir tarafı da var. İlk rap grubu Türkiyelilerden oluşan ilk rap grubu İslamic Force diye bir grup. İşte adını bilerek seçiyor hatta. İslamic force. Alevilerden oluşuyor. Birisi İspanyol, birisi Alman. Bilerek seçtik diyorlar. Haid bakalım önyargı. 80’lerde bunu düşünüyorlar ve cddi şekilde kurguluyorlar. Mevlana’dan etkilenen sözlerle, politik, hepimiz kardeşiz kafasına ama politik çerçevede. Öyle başlıyor. Kartel biraz daha milliyetçi bir çıkış yaptı. Eleştirildi de bu yüzden. Neden bu kadar faşizan diye. Sonra arabesk rap meslesi 2000’lerde başlıyor ama 5-6 senedir bayağı ilerledi. O yerelleşmeyle ilintili olarak, dikkat ederseniz son dönemlerde arabesk rock diye de bir şey çıktı. Çünkü insanlar geçmişleriyle barışıyor. Yani bazı şeylerin kendisi, müzikte de, itibarsız görülen her şey zamanla itibarına yeniden kavuşuyor. Çünkü pazarın kendisi bir şeye ihtiyaç duyuyor, ayrıca müzik bir yerde tıkanınca, hani bit pazarına nur yağıyor, oradan bir şey alıp kullanıyor. Arabesk rock yapıyor. Gripin yapıyor. Birisi Hayko Cepkin de, Duman da bir şey yükleniyor. Sırıtmayan bir şey yapan da pazarda yerini alıyor. Rap de buna ulaşıyor. Arabesk rap’teşöyle bir şey var. Alt orta sınıfta durur. Genelde politik değillerdir. Yaptıkları aşk-meşk işleridir. Yeri geldikçe isyan dillendirilir. Ağlayalım, kederlenelim, Gencebay  falan alt modellerini kullanalım, üzerine azıcık esip gürleyelim. Ana tema aşktır. Aslında bu apache’lar falan onlarda arabesk yoktur ama arabesk rap son iki senedir apachi denilenle bir dirsek temasında bulundu. Saçları falan değişik yaptılar. Fraansız elektronik dans müziği var. [anlaşılmadı]….. ondan etkilenip geliştirdiler. Onlar da bir şeylere özeniyorlar. Club’lar falan. Bir ex atayım, club’a gideyim. Ama o biraz daha pahalı bir iş. Club’a girmek 30 lira, öyle giyinmek bilmem kaç lira, öyle davranmak şu kadar.  Apachi ne yapacak. OSTİM’d orada burada sanayide bölgesinde adam çıark. 3 kuruş parası var ama şekil yapmak istiyor, dans etmek istiyor. O kadar parası da yok. Kendi dünyasını yaratıyor. Birisi kaçarken arkasından yetişmeye çalışıyor, sonra bakıp ulen ne yetişeceğim sana diyor. Ben kendi dünyamı kurmuşum, bir bakıyorsun, apachi diye bir şey çıkıyor. Arabesk rap de öyle bir şey. Bitirim, sert çocuklar…. Sizin oğlunuzdan bahsetmiyorum, tenzih ederim.

Katılımcı: Tam olarak ondan bahsediyorsunuz. Ben bunu çok normal buluyorum. Çünkü onun da isyanları var.

Tunca Arıcan: 15 yaş cüvarı başlıyor. Biraz takılıyor. Sonra da eeeh, ne bu lan diyor bırakıyor.

Katılımcı: Aynen

Tunca Arıcan: İsyanda. Ama Orhan Gencebay isyanını bilmediği için, kent soyluymuş, oymuş buymuş. Bir müzik türü var. Kimse küfür etmiyor. 80’lerdee herkes kızıyordu. Elitler, entelektüeller. Bu ne? Bu müzik falan değil. Bu isyan falan değil, pespaye bir şey. TV’yi açıyorsun, arabesk güzel diyor şimdi. Lahmacun küçümsenirdi. Şimdi her yerde lahmacun. Hatta lüks. Bodrum’da lahmacun yiyen 70 TL para veriyor. “Arabesk çok güzel wow, yea!” falan oldu. Batılı bir şey de var. Karıştır, ortaya. En sevdiğin şarkıları al, Müslüm abi, Orhan abi.

Katılımcı: Yani, ben galiba daha farklı bir şey gözlemledim. 4-5 kankaydı bunlar. Konserlerine falan da gittim. Oldukça hareketli bir dönemdi o zamanlar. Şöyle bir şeydi benim hoşuma giden. Gençlik isyanlarını dile getiriyorlardı. Bir tür sosyal eleştiri de yapıyorlardı. Kendi çevrelerinde kendilerini bastıran diğer öğeler. Devlet, sistem falan değil ama mesela aile, yakın çevre. Özler de etkileyici ve bence haklıydı.

Tunca Arıcan: Evet, ucuz da bir iş. Biraz paran varsa, bir bilgisayarın varsa tamamdı. Az daha paran varsa bir ses kartı. Hani 500 liradan başlıyor kartlar, bir de mikrofon. Ona da 500 de. Bir CH kaydet, bas. 1000 liralık bir maliyeti var. Rock gibi değil. Adam gitar alıyor, en dandiği 250 lira, anfi alacaksın, davul alacaksın, 2 saat kayıt yaptın, stüdyoya giriş çıkış zaten oldu sana 3000-5000 lira. Adam ne yapsın! Maaliyet çıkmaz.

 

 

Notlar:

Rap // Burs // İslamic Force // Kirli Hakan // Kartel (Irkçılık) // Ceza // Med Cezir

Kolaylığı // iyi müzik-kötü müzik //

Hollanda’da çalışman. Neden apolitik? Çünkü tehdit yok.

Almanya’da politik müzik. Tehdit var. Politik. Acı çeken, ölen insanlar var.

Ray. Dans. Acydciler. Polise karşı. Kolektif narkotik. Dans müziği gibi. Ama değil. Extazi serbest 86’ya kadar. Clubber.

Katılımcı: Beatles tüm yaratıcılığını LSD’ye borçlu. Bu ne kadar anlamlı bir ifade?

Tunca Arıcan: Yani. Pink Floyd diyelim. İki albümden sonra Sylber ayrılıyor. Uyuşturucu ile hiçbir bağlantıları olmadığını açıkladılar. Onun yalancısıyım. Biz uyuşturucu üzerinden müzik yapıyoruz dediler. Beatles denedi. Kendi içinde de saklamadı. Şunda hiçbir sorun yok. Bazı müzisyenler bunu denedi.

Katılımcı: Tüm yaratıcılıkları buna bağlamak ama?

Tunca Arıcan: Değil tabii. Öyle bir şey yok. Bazı şarkıları yazdıklarında, etkileyici geliyor, birazcık kafamız güzeldi diye açıklama da yapıyorlar. Atıyorum, ben ona kızmıştım, yaktım bir tane. Oluyor. Beatles’in 67 albümünde bir patlama yaşadı. Nasıl bu kadar çok müzik buldunuz? Çünkü bekliyorlar. Plak bekliyorlar. Plak öyle bir şey değil ki. Bizim gibi internete girip indiremiyorlar, bir dükkana gitip istediği müziği alıp eve gidemiyor ki. Birinin getirmesi lazım. Atıyorum, Ankara’da bilmem ne grubunun müziğini dinleyebilmesi için, Altın Mikrofon kırkbeşliğinin çıkmış olsun, Beatles nereden dinleyecek? O müzik de harmanlanabildiği her şeyle harmanlanıyor. Otla da tabii. Bu konuda şehir efsanesi çoktur.

Katılımcı: bu aslında her şey için geçerli bir tespit. Sadece müzik için değil. Bir yerde yaratı varsa zaten milyonlarca şeyden beslenmesi lazım. Onu da belli bir kafayla oluşturmak lazım. Ama bu kafayı yakalamak için de ot şart değil.

Tunca Arıcan: Tabii, Rezene de olur. Şaka yapmıyorum. Bir zamanlar ekmeğin içine rezene tohumu koyuyorlarmış. Bir şekilde kimyasal reaksiyon sonucu ekmek yiyenin kafası hoş olmuş.

Katılımcı: Ekmek kafası…

Tunca Arıcan: Yanlışlıkla mantar yiyenler de var. Yasak olduğu halde mantar toplayan var. İngiltere de Havy metalciler, Türkiye’de Anadolu Popçular. Önemli olan iyi harmanlanması. Şaka bir yana. Bazıları da çok harmanlıyor. Halil Turhanlı mesela. “Sürekli de bağlama kullanılmaz, yapmayın abi eleştirisini çok aldılar. Biraz da deneysel takılın, nereye kadar coğrafya coğrafya”.

Katılımcı: Bir şey öğrenmek istiyorum. Popüler müzik yapan insanlar bir şekilde para kazanıyor. Ama internet sanatçıların nemalanmasını sağlıyor mu? Çok ilgimi çekiyor. Bir ünlü. Albümü bekleniyor, hemen çıkıyor. Sonra korsan süreci. Türkiye’deki telif hakları da oturmuş değil. Albüm yapmanın bir anlamı var mı, yok mu? Müzik yapmanın karı var mı? Konser dışında. Belediye seni çağırıyor, ama ben mahrumum. Çünkü beni bilen yok. İlker Akkaya sözgelimi. Ali asker. Kimseye yakın değil. Kimse çağırmıyor. Bu ne menem bir şeydir.

Tunca Arıcan: İnternet üzerinden paylaşılan bazı işlerde kar sağlanabiliyor. Youtube kota koyuyor, o tıklama sayısını geçtiği zaman şu bu oluyor. Bu işi yapan, takip eden şahıslar var. “Gelip sana albüm yapalım” diyorlar. Albümden para kazanma olasılığı çok düşük. Ama telifli ve bandrollü bir albümün getirisi konsere dönüşmesi. Halil Sezai mesela, evinde müzik yapıp Youtube’a koyarak bugün ünlü oldu. Tek başına, gitarla. Takip ediliyor. Ve albümü çıkıyor. Hem Youtube’dan, hem kendi sayfanızdan, hem başka sayfalar üzerinden satış yapabilirsiniz. Takip edilen oran üzerinden hissenizi alırsınız. Hem de size bir teklif gelebilir. “Ben beş milyon izlendim, gelin bana albüm yapın” demenizi sağlayan bir zemin de oluşturuyor.

Belediye meselesine gelince. O politik bir tercih. Çankaya Belediyesi İlker Akkaya’yı davet etmez ama Van Belediyesi eder. Konserin kendisi başka bir hesap, başka bir iştir. Tamamen politiktir. Albüm, kişinin kendi kalitesini ya da hedef kitlesini ortaya koyduğu bir çalışma. Dolayısıyla bazı parçaların internette dolaşmasını şahsen istiyorlar. Albüm parçaları da dolaşabilir. Sorun yok. Ama albüm olmadığı zaman kimin neyi çaldığını ya da katkı verdiğini bilmiyorsunuz. Bir şarkı dinliyorsunuz, belki Arif Sağ da çaldı orada bir enstrüman. Onu kitapçıktan öğrenebiliyorsunuz. Burada acaba vurmaları kim çaldı. Okay Temiz mi? Merak ediyorsunuz. Alıyorsunuz kitapçığı, albümde müzik kalitesi de ayrı bir şey. Öğreniyor ve dinliyorsunuz. 3-5 bin basılıyor. Bilindiği gibi öyle 500 binler falan değil genellilkle. Yani albüm işi belli türler için çok kazançlı değil ve onun için de yapılmıyor. Sonra tükeniyor, kapanın elinde kalıyor, koleksiyoncular mutlu oluyor. Şu kritik. Belli türlere göre değişiyor durum. Serdar Ortaç için durum bu, onun şarkılarını TTNET de alır. Şarkı başına 1 liradan daa satabilir. Alabüm satılarını da 200 bin TL’den satabilir. Ma konsterden kazanır Serdar ortaç. Bazı müzik türleri özellikler yer altında kalmak için albüm işine girmiyor. Dijital ortamda da özellikle fiyat belirlemiyor. “1-10 EUR arasında bir fiyat biçip bu albümü alabilirsin” diyor mesela. Albümü özel istiyorsun baskılı falan, talepte bulunuyorsun doğrudan. Çünkü bunlar pazara girmek istemiyorum diyorlar. 5 bin satsam zaten kazanamyacağım, en azından sana doğrudan hizmet edeyim diyor. Sen de bana bağışta bulun diyor.

Katılımcı: Yer altı dediniz. Cezbeder beni hep bu söz. Çankaya’da, Kızılay’da, Sıhhiye’de birer Club kuruyorsunuz. Az önce yaşam biçimini değiştirmek isteyen gençlerden bahsettik. Eğlenmek istiyor, saçını dikleştiriyor. 40-50 lira veriyor. Diğer genç yapamıyor. Az önce bahsettiğim yerler çok pahalı yerler değil. Mekan sizin değilse, 20 bine kadar kira veriyorsunuz. Sahnesinden yaşam alanına kadar. 5-10 lira verip giriyor. Kendisi gibi bir sanatçıyı dinlemek için.

Tunca Arıcan: Club 20 ve Club 19 vardı. Birleşti sonra Club 2019 oldu. Çapan, evinde sonra ölü bulunan ünlü, bu işin mimarıdır. Bu kadar büyüyeceğini bilmiyorlardır. Club kurmak sadece mimari bir iş değil. Çok iyi örgütlemeniz lazım. 96’da elektronik dans müziği ile birlikte club herkesin dans ettiği yer olur. Herkes o kadar rahat eder ki kimse kimseye karışmaz. Öngörü önemli. …kentin altında …. Eight diye bir yer vardır. Özel mülkiyet. Orası da club olarak kullanıldı. Davet üzerine gidilen bir yerdir. Sonra yine narkotik girdi işin içine kapatıldı.

Katılımcı: Orası ama bizim girebileceğimiz yerler değil.

Tunca Arıcan: Değil tabii. O bir organizasyon meselesi. Kim için ne çalacağım sorusuna bakar. Ankara’da havymetal bar mesela, ben olsam kurmam. Ben 26 yıllık havymetalciyim, club kurman. Eğlence kültürü üzerinden Ayrancı’da Kite diye bir yer var. 30 lira giriş. Kocaman güvenliği var. Damsız almam kavgası var. Gürültüsü-patırtısı var. Küçücük bir yerdeydi daha önce. Kebap 49’un yanında. Kirası ruhsatı derken Ayrancı’ya taşındı.

 

 

 

 

 

Yorum bırakın